Bazı maçlar vardır hani, hayatımızın ilk aşkı gibi, derin izler bırakır yorgun zihinlerimizde…
Yıllar geçse de, hiçbir zaman bitmez bu maçlar, her daim anılarda oynanmaya devam eder. Derin futbol muhabbetlerinin başköşesini kimseye kaptırmayan bu unutulmaz müsabakalar; zamanın keskin bıçağı ile kazınmıştır, nisyan ile malul hafıza-i beşerin derin belleğine...
İşte, Trabzonspor’un kadim tarihine bir bahar cemresi gibi düşen, bu müsabakalardan bir tanesi de, hafta sonu oynayacağımız ve çok büyük ihtimalle de, şampiyonluğumuzu ilan edeceğimiz Antalyaspor maçı olacaktır.
Her dakikası unutulmayacak, 90 dakikalık hikayesi nesilden nesile aktarılacak, kulüp tarihine altın harflerle yazılacak olan bu maç, yıllar geçse de, şanlı mazimizdeki canlılığını korumayı başaracaktır.
Ne teknik, ne taktik ne de oyuncu performansları konuşulacaktır o gün...
Sadece, romantik bir öykünün tüm zarafetini bir nakkaş edasıyla yeşil sahalara işleyen, başarılı kramponların zafer çığlıkları yankılanacaktır sevdalı yüreklerde...
Maç sabahı, güneş bile, ilkbaharın nazlı havasına inat, farklı bir heyecanla doğacaktır, Trabzon semalarında…
Toprak, şaşkınlık ve merak içerisinde, gelecek olan misafirlerini ağırlama derdine düşecek; minik taraftarlarımız ise sınırda nöbet tutan askerler misali, heyecandan sabaha kadar uyumayıp; masalların başkahramanı olan ay dedeye, gecenin en kör saatinde yaren olacaktır.
Birbirleri için yanıp tutuşan iki kalbin, vuslata erip, kavuşması gibi, taraftarlarımız da o gün, yıllardır beklediği şampiyonluk kupasına kavuşacaktır.
Akyazı sahiline, bir zümrüt gibi kondurulmuş stadyumumuz, kollarını ardına kadar açan bir anne misali, dünyanın dört bir yanından gelen tutkulu çocuklarına kavuşmanın hazzını yaşayacaktır, Antalyaspor maçında…
Tıp tarihinde tarifi olmayan bir hastalık zuhur etmişçesine, o gün bazı renkler gayba karışacak, renk körlüğüne tutulmuş gözler, hangi yöne bakarsa baksın; tıpkı Mecnun’ un var olanda Leyla’ yı görmesi gibi, hayata dair her şeyi bordo ve mavi olarak algılayacaktır.
Sümela’dan, Zigana’ya, Beşik Dağı'ndan, Maçka’ya tabiatın tüm renk kartelası, sadece İdmangücü’nün tutkulu mavisi ile İdmanocağı’nın asil bordosundan ibaret olacaktır, 30 Nisan'da...
Zaman bile nabzını yavaşlatıp; tüm heyecanını, şampiyonluk maçına saklarken; maçın tek bir saniyesini bile kaçırmak istemeyen Madur Dağı, gözlerini Akyazı'dan alamayacaktır.
Bir Karadeniz gelini gibi süslenecek stadyumumuz, 40.782 kişilik ağır yükünü sırtına alıp; yetkili mercilere “Yetmiyorum ben bu sevdaya!” diyerek son gücüyle haykıracaktır.
Coşkulu yüreklerin çarpıntısı, stadyumumuzu zelzele oluyormuşçasına sallarken; tribünlerden salkım saçak bir sevda akacaktır, Karadeniz'de süzülen balıkçı takalarına…
Ses duvarını aşan tezahüratlar yükselecek gökyüzünün demirden kubbesine, o gece kuşlar bile bu sesten tedirgin olup; uçmak istemeyecek Akyazı’nın irtifa sahasında…
Kırk bini aşkın insan, aşkın kadim felsefesine nazire yaparcasına tek bir nefes/vücut olup; sadece sevdasının adını haykıracaktır, denizden esen şimal rüzgarlarına…
Davullar, tribünlerinden sarkan bordo mavi bayraklar, avaz avaz yapılan tezahüratlar, yüreklerdeki ateşin koruyla yanan meşaleler aydınlatırken makus gecelerimizi, haminnelerin duaları bir zırh gibi kuşatacaktır tüm stadyumu…
Galibiyetin pek de, bir önemi olmayacak bu maçta… Alınacak bir puan bile yeterli olacak otuz dokuz yıldır, hasretle beklenen o muhteşem ana…
Bu bir başka maç, bu bir başka hikaye, bu bir başka oyun, bu bir başka resital olarak tarihin kadim zihnine, lal mürekkebiyle yazılacak ve o gece orada bulunan sen, bu muhteşem anın şanslı tanıklarından olacaksın.
Başrollerini milyonlarca Trabzonspor sevdalısının oynadığı, sahnesi yeşil çim olan, meşin bir topun rotasında filizlenen büyük bir sevginin tek perdelik müzikali olacak; o gün yaşanacaklar.
Bu maç unutulmayacak bundan eminim. Ama şunu da çok iyi biliyorum ki; Trabzonspor var olduğu müddetçe, bu büyük mücadele ve çetin kavga hiçbir zaman nihayete ermeyecektir.
Hey siz, yüreği dev, ruhu bir o kadar çocuk, duygularını limitlerde yaşayan kuzeyliler, yıllardır özlemle beklediğiniz vuslata kavuştunuz en sonunda...
Oyma sandıklar içerisinde, mukaddes bir miras gibi sakladığınız, babadan kalma bordo mavi bayraklarınızı, çıkarmanın tam zamanıdır şimdi...
O bayraklar ki; diğer takımların şampiyon olduklarında yaptıkları gibi, beton köprülere değil, her gece semada tüm asaletiyle dalgalansın ve en parlak Kehkeşanların gözlerini kamaştırsın diye, gökteki yıldızlara asılacak, ve sen bu bayrağı her gün batışında mutlaka göreceksin, bunu sakın unutma!
Vaktidir şimdi, aralansın, hakikat sahnesinin sihirli perdesi.
Bordo ve mavi asil bir sevda yaksın, biçare gönülleri...
Tribünlere sığmasın üst üste insanlar, avaz avaz haykırsınlar sana yazılmış şarkıları….
Haydi Trabzon, sevda denizine dalıp; inciler çıkarmanın tam zamanıdır şimdi…
Takımınla gurur duy! Asil armanı tüm sevginle kucakla! Haykır içindeki haklı isyanı…
Unutma ki! Sen varsan bir kişi fazladır bu kutlu kervan…
Boynumuzda atkılar, üstümüzde formalar, kucağımızda konuşmayı yeni sökmüş çocuklarımızla, davulla, bayrakla, meşaleyle, aşkla, şevkle, azimle, hırsla, inatla, inançla, tek ses, tek nefes ve tek bir amaçla, kısacası şampiyon takımını çılgınca alkışlamak için düş Akyazı yollarına…
Biz Trabzon taraftarıyız, aşkı da nefreti de, Hami Mandıralı'nın ağları parçalayan şutları gibi, sert ve bir o kadar da hızlı yaşarız. Ve kırmızı kartı sadece ve sadece sahada görür, şımarık futbol baronlarıyla mücadele etmeyi, en büyük eğlencemiz sayarız...
En çok sen sevin Trabzon, en çok sen; çünkü en çok sen ezildin en çok sen…
Bu büyük başarı, başta şehidimiz Eren Bülbül olmak üzere, hepimiz için kutlu olsun.
İyi ki varsın Eren, iyi ki varsın Trabzonspor…